1400 yıldır anlaşılmadı da,şimdi mi anlaşılıyor ?

 

Çok sık sorulan sorulardan biridir yazımın başlığı…

1400 yıldır Kur’an ı onca islam alimi anlamamışta, şimdi bunlar mı anlıyor?

Benim bu konuda aklımı aydınlatan kişi Mustafa İslamoğlu oldu… Beni etkileyen cümlelerini sizinle paylaştığımda, sizi de etkileyeceğini düşünüyorum… İmamlar ve sultanlar adlı kitabından…

Tarih, hatasıyla sevabıyla bir ibretler hazinesidir… Yalnız sevaplarını alıp hatalarının üzerini örtmeye çalışmak gerçekçi ve anlaşılabilir bir tavır değildir. Sonra bu, Kur’ani üsluba uygun bir tavır da değildir… Eğer tarihi şahsiyetlerin “ibret” olması için hatalarını aktarmak yanlış bir şey olsaydı, her şeyiyle muciz-i beyan olan Kur’an bunu yapmazdı… Adem ve Yunus peygamberlerin Kur’an da geçen kıssaları bunun açık örnekleridir…

Müthiş bir tespit…

Nedense insanoğlu sevdiğini“hatasız”laştırarak seviyor… Yanlışlarını görse bile, görmek istemiyor…

Örneğin mezhep imamları… Onlar yanlış yapamaz, her şeyin en doğrusunu onlar bilir görüşü hakim kimilerince… Oysa mezhep imamlarının hiç birinin böyle bir iddiası yok…

Zamanla kendileri istemedikleri halde görüşleri mezhepleşti… Hatta bazı alimlerin de dert yandığı gibi iş öyle bir noktaya geldi ki “Hanefi mezhebinden bir kişi, Şafii mezhebinden bir kişi ile evlenebilir mi?” gibi mantıksız bir soru bile Müslümanlar arasında tartışılır oldu…

Elbetteki mezhep imamlarının da, geçmişteki İslam alimlerinin de Kur’an dan sonraki kaynakları Peygamber efendimiz ve sahabe…

Peki İslam tarihini anlamaya çalışırken “sahabenin” tarih içindeki duruşlarını nasıl okumalıyız… Ölçümüz ne olmalı? Yine “imamlar ve sultanlar” kitabından devam edelim…

““Allah Resulu’nün keremli ashabına dil uzatmak, onların saygın isimlerini yıpratmak ve töhmet altında bırakmak haddi aşmaktır elbet.. Değil sahabe, kim olursa olsun, sıradan insanlara karşı bile hak etmedikleri bir üslubu kullanmak mü’minlik edebiyle bağdaşmaz… Kime karşı yapılıyor olursa olsun haksızlığın her türü merduttur (Allahın rahmetinen uzak tutulmuş, lanetlenmiş)… Bu ilke yaşayanlar için geçerli olduğu gibi hayatta olmayanlar için de geçerlidir.

Bu noktada inanan bir insana düşen, Kur’an ‘ın koyduğu şu ölçüye uymaktır…

Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabb’imiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi affet. O kardeşlerimize karşı kalbimizde bir kin bırakma! Rabb’imiz, sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin” Haşr suresi;10

Ayetten de anlaşılacağı gibi, yanlışlara “doğru” demek değil, mü’minlere karşı “kin beslememek” tavsiye edilmektedir… Adalet ve hakikat imanın gereğidir… Yapılan yanlışa, kimden sadır olursa olsun “yanlıştır” demek kınanacak bir davranış değildir…Aksine yanlışa doğru, doğruya yanlış demek kınanacak bir davranıştır…

Ancak yanlışın yanlış olduğunu sahih delillerle isbat etmek ve isbat edilen bu yanlışı da edepli bir üslupla ders alınması için açıklamak gerekir.

Yanlış olduğu nasslarla sabit olan bir davranışa doğru demek ve bunu isbat için hakikati eğip bükmek başta hakikatın kaynağı olan o nasslara, sonra hakikatin bizzat kendisine hakarettir, zulümdür..

Hele yanlışın adını “ictihad” koyarak ictihad gibi çok önemli bir kavramı şaibe altında bırakmanın mazareti olamaz.

Akidede peygamber dışında hiç kimseye masumiyet atfedilemeyeceği sık tekrarlanan bir “ilke” iken, fiiliyatta onbinlerce “masum” çıkaran bir anlayışla saadet asrını değerlendirmek izahı mümkün olmayan bir çelişki olsa gerek…””

Bugün Kur’an ın bazı konularının yanlış yorumlanmasında sıkıntı bu noktadan kaynaklanıyor…

Oysa Ashabın bile bazı meselelerde birbirleriyle içtihat farkları var…

Beni bu noktada etkileyen çok güzel bir örnek var… Hz Ömer, evlilikleri daha kolaylaştırmak için kadınlara verilen mehir’e bir sınır getirmek ister… Ve bu sınırı minbere çıkarak açıklar… Sonrası?

Ayette; “Onlardan birisine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden bir şey almayınız” (en-Nisâ, 4/20) buyurulur. Hz. Ömer bunu 400 dirhemle sınırlamak istemiş, aksi halde fazlanın beytü`l-mâle gelir kaydedileceğini ilân etmişti. Hz. Ömer`in dayandığı delil; Hz. Peygamber`in eşi ve kızları için 480 dirhemden (12 okiye) daha fazla mehir verilmemesi idi. Hz. Ömer minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın, yukarıdaki ayeti (en-Nisâ, 4/20) okuyarak, Allah`ın mehir için bir sınır getirmediğini, aksine, kadınları yükler doluşu mehre lâyık gördüğünü belirtti. Bunun üzerine Hz Ömer yeniden minbere çıkarak, sözünü geri aldı ve şöyle dedi:

“Size, kadınlarınız için 400 dirhemden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım. İsteyen, malından dilediği kadar verebilir” (eş-Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, VI,168; Heysemî, Mecmau`z-Zevâid, Mısır, t.y., IV, 283 vd.).

İşte ashabı bu davranışlarından dolayı seviyorum…

Adını bile bilmediğimiz Kureyşli bir kadın, Hz Ömer’i o gün uyarmamış olsaydı ne olacaktı hiç düşündünüz mü?

Yani Hz Ömer’in belirlediği gibi mehirde üst sınır 400 dirhemle sınırlı kalsaydı ve günümüz alimleri bu ölçüyü kabul etseydi…

Sonra bir alim çıksaydı ve deseydi ki: “Böyle bir uygulama Nisa suresi 20. Ayete ters, yanlış”

Ne olurdu?

Birileri, “Koskoca Hz Ömer anlayamamışta, sen mi doğru anlayacaksın” derlerdi…

Oysa “Kureyşli bir kadın” diye bildiğimiz halktan bir hanım, (bilgisi sadece ayetle sınırlı olan bir hanım), Hz Ömer e itiraz ettiğinde ashabtan hiç kimse kadına “sen bu konuyu, peygamberin arkadaşı olan halife Ömer’den daha mı iyi bileceksin” demedi…

( Bu arada kadınlarında Hz Ömer’in konuşmasını dinliyor olması, hatta itiraz edebiliyor olması da birilerinin dikkatini çekmiştir umarım… )

İşte Hz Ömer ve ashabın, kendilerine Kur’an ayetleri hatırlatıldığında ki duruşları…

Bugün hala “1400 yıldır kimse anlamamışta, şimdi bunlar mı Kur’an ı doğru anlıyor” diyenlerin bu olaydan çıkaracağı çok dersler var…

Bu konuda değerli Mehmet Okuyan hocanın konuyu çok güzel özetleyen bir cümlesi var…

Başkalarının kanaatlerini din gibi sunmak dine yapılacak en büyük kötülüklerden biridir.”

Bütün müminler, Kur’an-ı araştırmak ve üzerinde düşünmek zorunda…

Andolsun biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? (Kamer suresi 17)

 

Bu yazı ATEİSTLERİN İDDİALARINA CEVAPLAR..., Yazılarım kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1400 yıldır anlaşılmadı da,şimdi mi anlaşılıyor ? için 4 cevap

  1. SAHRA der ki:

    Bir de Mustafa İslamoğlu konusunda hem fikirmişiz ya hayretler içerisindeyim. Bunca zaman Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Ali Şaban Düzgün, Caner Taslaman, Emre Dorman, Alper Bilgili ve Enis Doko en çok faydalandığım isimlerdi. Mustafa hocada ortak bir nokta bulduk diğerlerini de mutlaka takip etmişsindir. Çok mutluyum seni tekrar bulduğuma.
    “Adını bile bilmediğimiz Kureyşli bir kadın, Hz Ömer’i o gün uyarmamış olsaydı ne olacaktı hiç düşündünüz mü?”
    Bu sorunun cevabını öyle çok düşündüm ki….Allah razı olsun düşünen ve doğruyu arayıp, haykıran o kadından. 🙂

  2. Veysel Ç. der ki:

    Söz konusu hocaları bende severek takip ettiğimi belirtmek isterim . Her ne kadar Mustafa İslamoğlu nun kelamın letafetine bizleri kasten yorduğunu düşünsem de .

    Hz Ömer örneği ve sorduğunuz soru , tartşma da pozisyon güçlendiren çok güzel bi soru . Teşekkürler .

  3. seyit der ki:

    Çok güzel yazmışınız elinize sağlık yazılarınızın devamını dört gözle bekliyoruz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.