Bu örnekler, “Kur’an insan sözüdür” diyenlere karşı bir cevap niteliği taşımakta, ayrıca Kur’an’ın bir benzerinin oluşturulamayacağına dair Kur’ani iddianın doğruluğuna tanıklık etmemize katkıda bulunmaktadır. (koyu renk olanlar kuran-ı kerim’den ayet)
1- Evren’i kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz.
Zariyat Suresi’ndeki bu ayetin dikkat çektiği husus, binlerce yıldır felsefe ve bilim tarihinde hararetle tartışılmış, düşünce tarihinin çok önemli bir konusu hakkındadır. “Evren sınırsızca sonsuz mudur? Yoksa Evren’in bir yerde sınırları var mıdır?” şeklindeki sorulara felsefe ve bilim adamlarının üç yaklaşım gösterdiğini söyleyebilirim. Aristoteles’in de içinde olduğu birinci grup, Evren’in sabit sınırları olduğunu savunmuştur.Newton’un da içinde olduğu ikinci grup, Evren’in sınırsızca sonsuz olduğunu ifade etmiştir. Kant’ın da içinde olduğu üçüncü grup, aklın bu konudaki ikilemi çözemeyeceğini söyleyerek agnostik bir tutum benimsemiştir. Birçok kişinin çözülemez bir problem olarak gördüğü bu meselede, 1920’li yıllarda, Einstein’ın formüllerinden hareketle ve birbirlerinden bağımsız olarak Georges Lemaitre ve Alexander Friedmann’ın, teorik olarak, evrenin genişlemesi gerektiğini ortaya koymaları bir dönüm noktası oldu. Bundan kısa bir süre sonra Hubble’ın teleskop gözlemleriyle, bu olgu, gözlemsel olarak da doğrulandı. Bundan sonra yapılan tüm gözlem ve bulgular da bu olguyu destekledi.
Aristoteles’in sandığı gibi Evren’in sabit sınırları olmadığı gibi, Newton’un sandığı gibi sınırsız-sonsuz bir Evren’de de bulunmadığımızı; Evren’in genişleyen-dinamik sınırları olduğunu, 1920’li yıllardan önce tek ifade eden kaynak Kur’an’dır. Evren’e dışarıdan bakabilecek bir göze sahip olsaydık, belki de ilk söyleyeceğimiz şeylerden biri Evren’in sürekli genişlediği olurdu. Hz. Muhammed’in astrofizikçi olduğunu ve çöle çok donanımlı bir teleskop sakladığını, evrenin genişlediğini bu şekilde bulduğunu veya rastgele bir ifadeyle evrenin genişlediğinin söylenebilecek olduğunu; iddia edebilecek biri olduğunu sanmıyorum!
Bu örnek ışığında, sıkça sorulan bir soruya da cevap vermeye çalışacağım. Soru şu şekildedir: “Kur’an’da modern bilimlerle keşfedilen birçok olgudan madem önceden bahsedilmiştir, peki neden Müslümanlar bu keşifleri yapmıyorlar?” Bu soruyu soranların bilimsel keşiflerin ve bilimsel metodolojinin doğasından habersiz olduklarını söyleyebilirim. Kur’an’daki doğrudan ifadelere karşın; bilim, nedensel ilişkileri açığa çıkartarak, ayrıca birçok zaman keşfedilen araçların da yardımıyla, yeni olgulara, var olan bu basamaklardan yükselerek erişir. Kur’an’ın birkaç kelimeyle ifade ettiği bir hakikate, bilimsel yöntemlerle ulaşmak için, birçok zaman yüzlerce hatta binlerce yıllık bilimsel birikimi kullanmak gerekmiştir. Örneğin Evren’in genişlemesinin bulunması için; öncelikle Einstein’ın formüllerini oluşturabileceği alt yapı, bunun üzerine Einstein’ın formülleri, Doppler Etkisi gibi teleskop gözlemlerinde kullanılan diğer bilimsel bilgiler, optikteki gelişmelerle teleskopun icadı ve geliştirilmesi, ayrıca yüz milyonlarca dolara denk bir bütçenin ayrılarak Hubble Teleskopu’nun inşası gibi birçok basamağın aşılması gerekmiştir… Birçok zaman basamaklar aşılırken -evrenin genişlediğinin bulunmasında olduğu gibi- hiç umulmayan sonuçlarla karşılaşılır. Bilimin metodolojisi ve doğası, bilimsel metodolojiyle basamakların aşılmasını gerektirir. Olguları gözlemlemek, matematiksel formüller geliştirmek ve sistemli birleştirmeler gerçekleştirmek; bilimin gereğidir. Kur’an, doğrudan ifadeler kullanırken, söylediği olguya bilimsel ulaşım için formüller ve teleskop gibi araçlar sunmaz.Bu yüzden Kur’an okuyanların, Kur’an’da işaret edilen olguları, bilimsel metotla neden bulamadıklarıyla ilgili soru; bilimin metodolojisinin doğasını ve Kur’an’ın doğrudan üslubunu göz önünde bulundur(a)mamaktan kaynaklanmaktadır. “Evren’in genişlemesi” ile ilgili ayeti değerlendirirken yaptığım bu açıklama; modern bilimlerle Kur’an arasındaki ilişkiyle ilgili diğer birçok örnek için de geçerlidir.
2- İnkârcılar, Evren ve yer birbirleriyle bitişikken onları ayırdığımızı, ayrıca her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı?
Newton’la beraber insanlık ilk defa detaylı bilimsel bir kozmoloji (evrenbilim) bilgisine 17. yüzyılda sahip oldu. Fakat bilimsel bir kozmogoni (evrendoğum) görüşüne insanlık ilk defa olarak ancak 1920’li yıllarda kavuştu. Lemaitre ve Friedmann’ın genişleyen evren modeli, zihinsel olarak geriye sarıldığında, “yerin ve göğün bitişik olduğu” bir durum karşımıza çıkar. Zamanla, Evren’in, “her şeyin bitişik olduğu” durumla başlangıcını tarif eden bu model, Big Bang (Büyük Patlama) ismi ile ünlü oldu. Bu modele karşı tüm itirazlar, bilimsel delillerle cevaplandı. Evren’in başlangıcındaki evrelerden kalan radyasyonun bulunmasından, bu modelin mikro dünyayla ilgili oluşumların açıklamasını en güzel şekilde sunmasına kadar sayısız delil bunların içindedir.
Enbiya Suresi’nin 30. ayetinde, “her şeyin bitişik iken ayrıldığı” söylenerek, Big Bang teorisiyle ortaya konan evren modeline işaret edilmektedir. Felsefe ve bilimin en temel ilgi alanlarından biri olan bu konuyla ilgili, Kuran’dan önceki hiçbir kaynakta, böylesine açık bir açıklamaya rastlanamaz. Bu kadar önemli bir konuda, böylesine açık bir işaretin; rastgele bir söylemeyle, bir tesadüfle veya Hz. Muhammed’in “şahsi kabiliyeti” ile olduğunu söylemek hiç de akılcı değildir. Üstelik bu ayetin hikmeti, Kur’an’ın vahyinden ancak 1300’den fazla sene sonra anlaşılmıştır; Peygamber’in döneminde böylesi bir iddianın inkârcıların alay konusu olmuş olması bile muhtemeldir. Peygamber’in, böylesi bir bilgiyi, kendi yaşadığı dönemde bilmesi mümkün değildir, ama bu mümkün olsaydı bile, inkârcıların iddia ettiği gibi “kendi menfaatleri için din uyduran” bir insanın, kendi yaşadığı dönemde aleyhinde bir durum oluşturacak bir iddiada bulunması mantıklı değildir. Fakat ne pahasına olursa olsun doğruyu açıklayan Allah’ın, Kur’an’ı vahyettiği anlaşılınca, böylesi bir sorun kalmaz.
Bu ayetin işaret ettiği evren modeli, ateistlerin “Evren/madde ezelidir ve her şeyin tek kaynağıdır” iddiasına, bilimsel ve felsefi temellendirmeyle cevap verilmesine olanak sunmaktadır. Sonuçta, Kur’an ayetlerinde ortaya çıkan olağanüstülüklerin/mucizelerin hiçbiri; sadece ve sadece, bir olağanüstülük gözüksün, insanların bilmediği bir şey söylensin, günü gelince bunun değeri anlaşılsın ve bir mucize olsun diye değildir. Kur’an’ın 1400 yıl önce işaret ettiği hususların, modern bilimlerin ışığıyla değerinin anlaşılmasıyla bir “mucize” oluşmaktadır; fakat ayetin vahyediliş amacı, bundan muhakkak daha fazlasıdır, ayetlerle Allah’ın gözümüzü çevirdiği olgular ve onlardan alınacak dersler ile çıkarılacak sonuçlar da, yani ayetin içeriği de önemlidir. Kur’an’da var olan “olağanüstülükler”in hepsi içerikleri önemli ayetlerde tezahür etmektedir.
3- Bir de gaz halinde bulunan Evren’e yöneldi, ona ve yeryüzüne “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.
Kur’an’dan, Evren’in ve Dünyamızın, şu anki haline dönüşmeden önce bir “gaz evresi” geçirdiğini anlıyoruz. Evren, başlangıcın ilk aşamalarında, çoğunluk maddesi hidrojen ve helyum atomlarından oluşan bir “gaz evresi” geçirmiştir. Diğer atomlar, başlangıçtaki bu gazların çekim gücü etkisiyle sıkışması sonucu oluşan yıldızların içindeki süreçlerle oluşmuştur. Çıplak gözle evrene bakan 1400 yıl öncesinin herhangi bir gözlemcisinin, evrenin geçmişinde bir “gaz evresi” olduğunu bilebilmesine olanak olmadığı gibi ancak 20. yüzyılda keşfedilmiş böylesine önemli bir bilimsel gerçeğin, tesadüfen söylenmiş olmasına da olanak yoktur.
1- Modern bilimin karşımıza çıkardığı evren tablosuyla tüm maddenin atomlardan, atomların ise daha küçük parçacıklardan oluştuğunu öğrendik. Mikro-fiziğin en önemli bilgilerinden biri bu parçacıkların çiftler halinde ortaya çıktığıdır. Ünlü fizikçi Paul Dirac, bu konudaki çalışmalarından ötürü 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü almıştır. Elektrona karşı pozitron, protona karşı anti-proton, nötrona karşı anti-nötron mevcuttur. Maddenin daha küçük parçacıkları da eşler halinde vardırlar; “up” kuarka karşı “down”, “charm” kuarka karşı “strange”, “top” kuarka karşı “bottom” bulunmaktadır…Sonuçta evrendeki tüm maddi varlıklar, eşler halinde var olan parçacıklardan oluşmaktadır. Bunlar tüm maddi varlığı oluşturdukları için maddi varlığın “hepsi eşler halinde” vardır, demektir. Bu bilgiye sahip olarak Kur’an’a bakıp, Kur’an’da şu ayetleri okuduğumuzda; evrenin bu çok temel bilgisiyle Kur’ani uyumu keşfederiz:
Yeryüzünün bitirdiklerinden, kendi benliklerinden ve daha bilmediklerinden hepsini eşler halinde yaratan çok yücedir.
Düşünüp, ibret alabilmeniz için her şeyi çiftler halinde yarattık.
2- 20. yüzyılın en önemli bilimsel keşiflerinden birinin Einstein’ın izafiyet teorisi olduğu herkesin kabulüdür.Bu teoriyle, değişik çekim alanlarında ve hızlarda, zamanın akışında farklılık yaşanacağı; zamanın, evrendeki kütle ve hızlardan bağımsız bir varlık olmadığı, fakat bağımlı ve “izafi” olduğu anlaşılmıştır. Bu bulgunun, bilimsel açıdan olduğu kadar felsefe ve teoloji alanları açısından da önemli sonuçları vardır.Bu bilgiye sahip olarak Kur’an’ı okuduğumuz ve Kur’an’da “bir gün”ün bin yıla veya elli bin yıla denk olabileceğine dair ayetlere rastladığımızda, modern bilimin bu çok önemli bulgusuyla Kur’an ayetleri arasındaki paralelliğe tanık oluruz:
Gökten yere bütün işleri idare eder. Sonra onlar, sizin saymakta olduğunuz bin yıla denk bir günde O’na yükselir.
Melekler ve Ruh, süresi elli bin yıla denk olan bir günde oraya yükselir.
Modern Evren tablosu, Evren’in, birbirlerinden farklı dönemlerdeki aşamaların geçilmesiyle oluştuğunu göstermektedir. Birçok Kur’an tefsirinde de “gün (yevm)” kelimesinin “uzun zaman dilimleri” anlamını taşıdığı ifade edilmiştir; yukarıdaki ayetler de bu anlamı tasdik etmektedir. Modern bilimsel bilgilerimizle Kur’an okuduğumuzda, “altı günde yaratılış”tan bahseden Kur’an ayetlerinin “altı devirde/aşamada yaratma”ya karşılık geldiğini; tefsirlerde daha önce ifade edilmiş bu anlamın, diğer yorumlardan daha kabul edilir olduğunu anlıyoruz. Sonuçta bilimsel-Kur’ani-teoloji farklı tefsirlerden seçim yapmamızda kullanılabilecek bir yöntemdir.
3- Evrensel fenomenlerin en ilginçlerinden bir kısmı, bazı büyük yıldızların ömürlerinin sonunda Karadelik veya Pulsar (bir Nötron Yıldızı türü) gibi yapılara dönüşmelerinde açığa çıkar. İlk Pulsar 1967 yılında keşfedildi; Jocelyn Bell düzenli ve hızlı vuruşlar (pulses) formunda yayılan radyasyonu keşfedince, başta bunun uzaylıların yaydığı sinyaller olduğu zannedildi. Pulsarlar’ın sahip olduğu ilginç özellikler gerçekten de insan idrakini zorlayacak niteliktedir. Dünya’mızın 24 saatte kendi etrafında dönmesine karşılık bir Pulsar, bir saniyede kendi etrafında defalarca döner. Güneş’ten büyük yıldızlar Pulsar’a dönüştüklerinde, Dünya’daki bir şehir kadar bir büyüklüğe sıkışacak şekilde küçülürler. Pulsar’ın bir kaşık maddesi yüz milyonlarca ton ağırlığa denk gelmektedir. Pulsarlar ile ilgili bu ilginç bilgilere sahip olarak Kur’an’ı okuyan Mustafa Mlivo, şu ayetlerde işaret edilenin Pulsar olduğuna kanaat getirdi:
1- Evren’e ve Tarık’a andolsun
2- Tarığın ne olduğunu kavrayabilir misin?
3- O delici yıldızdır.
Mlivo, yukarıdaki ayette bahsedilen özelliklere en uygun gök cisminin Pulsar olduğunu, başka bilinen hiçbir gök cisminin bu özellikleri karşılamadığını söyler: Öncelikle “Tarık”, “vurmak” anlamına gelmektedir. (Yolcular yürürken ayaklarını yere “vurduğu” için bu kelime “yol” anlamında da kullanılır.) Gök cisimlerinde “vuruş yapmak” özelliğiyle ön plana “Pulsar” çıkar; nitekim bu gök cismi ismini, nabız atışı gibi düzenli vuruşlar (pulses) şeklinde algılanan radyasyon yaymasından almıştır. “Tarık” ile “Pulsar” arasında hem isimsel, hem de “Tarık” isminin ifade ettiği özelliğin “Pulsar”da bulunmasından kaynaklanan özelliksel bir paralellik vardır. “Pulsar” bir yıldız olup, üçüncü ayetteki yıldız olma özelliğini karşılar. Pulsarlar’ın yaydığı güçlü radyasyon ve X ışınları; üçüncü ayette geçen “delici” olma özelliğini de karşılar. Ayrıca gerçekten de Pulsarlar’ın sahip olduğu değindiğimiz özellikleri (dönüş hızı ve ağırlığı gibi), ikinci ayette dikkat çekildiği gibi, insan kavrayışını zorlamaktadır. Bence, Mlivo, modern bilimlerin bilgisi kullanılarak yapılan Kur’an yorumlamaları için iyi bir örnek sunmuştur. Elbette böyle yorumlar yaparken, bizim, hem Kur’an yorumlarımızın, hem de bilimsel bilgilerimizin hatalı olma ihtimalini hep göz önünde bulundurmalı ve bıkmadan sürekli kontroller gerçekleştirmeliyiz. Nitekim bu tarz yaklaşımlar, tarih boyunca tefsirlerde yakıştırılan farklı yorumları tekrar değerlendirmemize olanak sunarak; tefsirleri kontrol ve gözden geçirme faaliyetinde bize yardımcı olacaktır. Elbette yapılan yeni yorumlarımız ve gözden geçirmelerimiz de, aynı şekilde kontrol ve gözden geçirmelere tabi tutulmalıdır.
…………………….
Alıntılar alarak yayımladığım makalenin tamamı ve hatta devamı aşağıdaki linkte…
Selamünaleyküm.Tekvir suresi 1.Ayet Güneşin kıyamet günü dürüleceğini yazar.Uzayda dürülen yıldızlar astronominin son keşiflerindendir.Ölen yıldızlar,büyüklüklerine göre dürülerek kara delik,cüce dev,nötron yıldızı haline geliyorlar.Enam suresi 101.Ayetse yoktan var olmayı,yani big-bangı yazar.Yoktan var olmayı yazan Kurandan başka bir kitap yoktur.Ateistler bu ayetler karşısında mat olmuşlardır.Sizinde yazılar gönderdiğiniz o ateist sitesindeki big-bangtan önce sayfasını okursanız ateistlerin yalanlarının nasıl çöktüğünü sizde göreceksiniz.Saygılarımla.
O sitedeki ifadeleri okuduğumda dusulen yanilgalara inanamıyorum. Üzülüyorum, ama ne yazık ki elimden birrsey gelmiyor. Özellikle oradaki bazı yazıları okuduğumda peygamber efendimiz as in üzüntüsünü ve neden inşirah süresinin indiğini çok daha iyi anlıyorum.güzel paylaşımlarınız beni mutlu ediyor… Çok şükür iyi niyetle doru bildiklerimizi anlatma gayretindeyiz. Rabbim bizi bu niyetten ayırmasın inşallah… Saygılarımla